TASAVVUF ve SUFİLER

Ana Sayfa

Editörden

Kavramlar

Kişilikler

Güncel

Kütüphane

Linkler

Fotoğraflar

ZiyaretçiDefteri

İstatistikler

 

 

Hazret-i Pir   Mevlâna  Celaleddin  Belhî / Rumî

[ Kaddesallahu    Sırrahulaziz ]

MESNEVİ - i   ŞERİFİNDEN  SEÇMELER

MEVLANA'NIN HAYATI

MEVLANA MENKIBELERİ

mevlanaminyatur.jpg (78581 bytes)

Minyatur : Mukaddes Yaşar CAN

[ Bu   sayfanın  oluşturulmasında  kaynak  olarak   Şefik   Can  tarafından  hazırlanan  ve Ötüken Yayınları  arasında basılan Mesnevi   tercemesinden yararlanılmıştır... ]

“Ten candan, can da tenden gizli değildir. Fakat kimseye canı görmek izni verilmemiştir.”

“Hakk âşıkları, muhabbet deryâsının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar, bu sebeple balıktan başka herkes suya kandı, nasibi olmayanın da günü, uzadıkça uzadı.” (S.14)

“Rûhen yükselmemiş, ham kalmış kişi, yetişkin, olgun kişinin halinden anlamaz. Öyle ise sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”

“Dünya bağını kopar, maddeye olan bağlılıktan kendini kurtar da,hür ol, ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın?”

“Rızıklar denizini, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su...”

“Topraktan yaratılmış olan bedenimiz, aşk yüzünden göklere yükseldi. Dağ bile çevikleşti, oynamaya başladı.”

“Ey âşık! Aşk Tûr Dağı’na can olunca, Tûr mest oldu, kendinden geçti, Mûsâ da düşüp bayıldı” (S.15)

“Fakat kendi dilinden anlayanlardan, kendi dilini konuşanlardan uzak düşen kimse, yüzlerce dil, yüzlerce nağme bilse, yine dilsiz olur, susar.”

“Şunu iyi bil ki, kâinatta var olan her şey, sevgilinin tecellîsinden ibârettir, onun yarattıklarıdır.Onun kudretini,yaratma gücünü göstermektedir. Aslında, âşık bir perdedir. Var olan, diri olan ancak sevgilidir. Âşık ise bir ölüdür. Var gibi görünen bir yoktur.”

“Bu hakîkati sezemeyen, ilâhî aşka meyli, isteği olmayan kimse, kanatsız bir kuş gibidir. Vay onun haline, yazıklar olsun ona...” (S.16)

“Fakat, gerçek aşk, ölümsüz olan aşk, Allah aşkı, rûhda olsun, gözde olsun, her an goncadan daha taze olarak durur.” (S.17)

Hayy.jpg (19009 bytes)

Mevlana Türbesi  içindeki duvar   yazılarından : "El- HAYY'ül KAYYÛM"

“Hekîmler, gurura, benliğe kapıldılar da, her şeyi kendi ellerinde sandılar. İnşaallah (=Allah İsterse) iyi ederiz, demediler Bu yüzden Cenâb-ı Hakk onlara, insanların âcizliğini, Allah’ın izni olmadan insanların bir şey yapamadıklarını gösterdi.” (S.18)

“Kendimizi kontrol ederek, Cenâb-ı Hakk’tan, edebli bir insan olmak hususunda bizi başarıya ulaştırmasını niyâz edelim. Çünkü edebi olmayan Allah’ın lûtfundan mahrum kalır.”

“Edebi olmayan, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz, belki edebsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur.” (S. 25)

“Dost yolunda edebsiz, korkusuz olan kişi, başkalarının da yolunu vurmuş olur. Böyle kişi mert değil nâmerttir.”

“Edepteb dolayı bu gökler, nûra gark olmuştur. Melekler de edeblerinden ötürü temiz ve masum olmuşlardır.”

“(19) Misâl âleminin yâni maddî âlemin hayalleri, bir bakıma Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının tecellîsidir. Böyle oldukları için, bu hayâller, velîleri kendilerine çeker. Kendi güzellik ve yüceliklerine kul, köle ederler. Erenler böyle bir güzele kul, köle olmanın mânevî zevki içinde, ilâhî hakîkate doğru yol alırlar.” (S.26)

“Ey arkadaş, sûfî, bulunduğu vaktin oğludur. Bu iş yarın olsun, yarına kalsın demek, tarîkat anlayışına uymaz.”

“Yoksa sen, sûfî bir er değil misin? Veresiye veriş ile elde bulunana yokluk gelir.” (S.27)

“Ona dedim ki: “Eğer sevgili, bütün sırlarından soyunup meydana çıkarsa, ne sen kalırsın, ne de maddî varlığın kalır.”

“Arzu et, iste, ama o arzu ölçülü olsun. Bir saman çöpü bir dağı kaldıramaz.”

“Bu âlemi aydınlatan güneş yörüngesinden çıkıp, biraz dünyaya yaklaşacak olsa, her şeyi yakar, kül eder.” (S.28)

“(22) Cemâleddin Sâvî adında birisinin kurduğu tarikata mensup kişiler, melâmî meşreb olduklarından halk tarafından hor görülmeleri için “çehar darb” yaparlarmış. Dört vuruş yani saçlarını, sakallarını, bıyıklarını, kaşlarını ustura ile tıraş ederlermiş. Başları cascavlak olduğu için bunlara Cevlâkî derlermiş. Belli ki dükkâna gelen derviş bir Cevlâkî imiş.” (S.29)

“Bütün insanlar, velileri kendi nefisleri ile kıyas ettikleri için yoldan çıkmışlardır. Bu sebepten ötürü, Allah’ın seçkin kullarından pek az kimse haberdar olabildi.” (S.30)

“Şu da bir gerçektir ki; kötü kişinin Arş titrer. Allah’tan korkan muttakî kişi de kötü meth edilince, meth edn kişi hakkında fenâ bir zanna kapılır.”

“Kalp altını da, hâlis altını da mihenk taşına vurmayınca ayarını anlayamazsın.”

“Allah, her kimin rûhuna, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti vermişse, o kimse gerçek imanı, şüpheden ayırabilir.” (S.31)

“Hikmetinden sual sorulmayan Hakk’ın işini kim anlayabilir? O işin hakîkatine kim erişebilir? Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir.” (S.32)

turbe3.jpg (19162 bytes)

Mevlana Türbesi - Konya

“Bu çeşitli yüzlerin her birine dikkatle bak, onların vasıflarını, nice olduklarını aklında tut. Belki sûfîlik yolunda hizmette bulunurken yüz tanır olursun da, yüzüne baktığın kimselerin mânevî kimliklerini anlarsın.”

“Etrafında insan yüzlü bir çok şeytan vardır. Bu sebeple, her ele el vermek, her ele bağlanmak, intisab etmek uygun değildir.”

“Rûhan düşük, alçak bir kişi, bir takım saf kimseleri kandırmak için velilerin sözlerini çalar.” (S.33)

“Sen, uyanık kaldıkça, uyanıklık dedikodusu ile uğraştıkça, uykuda gizlenen rüyâlardan, rüyâlardaki konuşmalardan nasıl mânâ kokusu alabilirsin? Görünen âlemin sırlarından nasıl haberdar olabilirsin?” (S.40)

“Hz. Mevlâna bütün dinlerin esas itibariyle vahdet üzerine kurulduğunu ve peygamberlerin aralarında fark bulunmadığını anlatmak için bu hikâyeye, kendi mübârek hayaline göre yeni bir şekil vermiştir.”

“Hz. Mevlâna’nın görüşleri hep Kur’ân esasına dayandığı için bu hikâyede de bilhassa şu âyetlere işâretler vardır: “Onlar, dinlerini parçaladılar. Bölük bölük oldular. Her grup kendi inancı ile sevinmekte ve ferahlamaktadır”, Rûm Sûresi 32.”

“(38) Rivâyete göre Hz. İsâ gençliğinde boyacılık edermiş. Boyanmak üzere getirilen elbise ve kumaşları o küpe atarmış, elbise ve kumaş sahibi hangi rengi istiyorsa, onun elbisesi yahut kumaşı istediği renge boyanırmış.

Aynı küpden istenilen çeşit çeşit renklerin çıkması Hz. İsâ’nın bir mu’cizesi olarak görülmekte... Ve mutasavvıflara kesrette vahdeti (=çoklukta tekliği) hatırlatmakta ve bu sıbğatullah (=Allah boyası) olarak ta’rif edilmektedir. Hz. İsâ’nın küpünden renk renk kumaşlar çıktığı gibi Vahdet Küpü’ndende türlü türlü renk ve şekillerde mahlukların zuhur eylemiş olması ile eşyada görülen bu kesretin (=çokluğun) yegâne menbaının vahdet olduğu anlatılmaktadır.” (S.43)

“Dostun, dostlarla buluşması hoştur. Sen de mânâyı yakala, eteğinden tut, sûret, görünüş inatçıdır, serkeştir.”

“İnatçı sûreti, görünüşü eziyetle, riyâzetle erit ki onun altında gizlenmiş bulunan Vahdet Hazinesi’ni görebilesin.”

(46) Mu’tezile inancında olanlar,Allah’ı görmenin imkânsız olduğuna inanırken, sünnet ehli, peygamberimizin; “Ayın ondördüncü gecesi, ayı semâda gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.” Hadîsine göre Hakk’ı görmenin mümkün olduğu kanaatındadırlar. Hakk, kendi âşıklarına, kendini müşâhede etme lütfunda bulunur da, böylece Hakk’dan ayrı düşmenin verdiği ümidsizliği, kalb kırıklığını giderir, onların gönül yaralarını tedavi eder. Ezelî inâyeti ile ona yardım eder.” (S.46)

“Biz bütün kâinata, tek bir cevher halinde yayılmıştık, orada hepimiz de başsızdık, ayaksızdık.(47)

(47) Ezelde, bütün rûhların bir kaynaktan geldiklerini anlatmak için Hz. Mevlâna’nın; “Tek bir cevher halinde yayılmıştık.” Diye buyurması peygamber efendimizin şu meâldeki bir hâdisinden mülhemdir: “Allah’ın ilk yarattığı beyaz bir inci idi.” Bu beyaz inciye ‘Hakîkat-i Muhammediye’, deniliyor.”

“Bu âlemde görülen bölünmeler, tefrîkalar, imtiyazlar o âlemde yoktu. Biz o âlemde Ehâdiyyet Mertebesi’nde, güneş gibi her tarafa nûr saçan bir cevher idik. Su gibi berrak ve saf bir halde bulunuyorduk. (48)

(48) Cenâb-ı Hakk’ın, Gayb-ı Mutlak’ın meydana çıkmayan, belirmeyen ilk zuhur mertebesine ârifler, Ehadiyyet Mertebesi demişlerdir. Bu mertebeye gaybü’l-gayb (=bilinmeyenin bilinmeyeni), kenz-i mahfî (=gizli hazine) de denir.”

“O güzel ve lâtif nûr sûrete gelince, şekle bürününce, kal’a burclarının gölgeleri gibi sayılar meydana geldi.”

“Burcları mancınıklarla yıkın da, birbirinden bölünenlerin, ayrılanların arasındaki fark kalksın.”

“Ben, bu sırrı etraflıca açıklamayı, anlatmayı çok isterdim ama, zayıf akıllı birisinin ayağının kaymasından, inkâra düşmesinden korkarım.” (S.47)

dervismevlevi.jpg (12619 bytes)

Semazen

“Bizim alıp verdiğimiz bu nefesler de, bizim canlarımızı, tıbkı onun gibi azar azar dünya hapishanesinden çalar götürür.”

“Candan, gönülden söylenen güzel sözler, dualar, niyâzlar, yakarışlar, Hakk’a doğru yükselir. Hakk’tan başka kimsenin bilmediği, bir yere kadar varır, ulaşır.”

“Temizlenmiş ve arınmış olan nefeslerimiz, hoş sözlerimiz, yücelir, yücelir, bizden armağan olarak ölümsüzlük, sonsuzluk âlemine varır.”

“Sonra sözlerimizin, niyâzlarımızın sevabı, Allah’ın rahmeti eseri olarak kat kat çoğalarak bize gelir.”

“Gerçeği anlayabilmek için ashabdan bazıları Resûl-î Ekrem (s.a.v)’den insanı azdıran nefsin hilesine dâir bilgi isterlerdi.”

“Sahabenin araştırıcı olanları, kılı kırk yaranları, Peygamberimiz Efendimiz’in, nefsin hilesi hususundaki beyanları karşısında hayran kalırlardı.” (S.49)

“Put kırmak kolaydır, hem de pek kolay, fakat nefis putunu kırmayı kolay sanmak, bilgisizliktir, bilgisizlik.”

“Şeytan, Hz. Âdem’e hased ettiği için, ona secde etmeğe utandı. Hasedden ötürü, kendini saadetten mahrum kıldı.”

“Hakk yolunda hasedden daha zor, daha tehlikeli bir geçit yoktur. Gönlüne hasedi sokmayan kişi ne mutlu kişidir.” (S.50)

“Beden, hased evidir, ama, Allah, kâmil insanların bedenlerini tertemiz etmiş, arındırmıştır.”

“ “Evimi temizleyin” âyet-i kerîmesi, vücud ve rûh temizliğini emreder. Gerçi, vücud topraktan yaratılmıştır. Fakat, hakîkatte vücud bir nûr hazinesidir.” (51)

“(51) Evimi titizlikle temizleyin diye İbrâhim ve İsmâil’e de kuvvetli bir emir vermiştik.” Bakara 125. âyete işâret var.”

“Büyüklerin büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili peygamberimizin; “Namaz ancak kalb huzuru ile tamam olur.” hadisini hatırla da nefsten, yani şeytandan kurtulmak için kalb huzuru ile namaza başla.” (S.51)

“Allah’ım, sen her gece rûhları ten tuzağından azad eder, onları dünyaya âit işlerden, hâtıralardan kurtarırsın.”

“Rûhlar, her gece ten kafesinden kurtulurlar da, kimsenin hükmü altında bulunmadan, kimseye hükmetmeden hürriyete kavuşurlar.”

“Ârif olan zâtın hali, uyanık iken de böyledir. Yâni ârif olan, uyanık iken de dünyaya karşı uykudadır. Cenâb-ı Hakk, Ashab-ı Kehf hakkında da; “Onlar uykuda idiler.” (56) tâbirini kullanmıştır. Bu nasıl olur? deme.”

“(56) Kehf Sûresi’nin 18. âyetine işâret var.” (S.53)

“Halkın canları, nedeni, niçini olmayan bir sahraya, “Rûhlar âlemine” gider. Rûhları rûhlar âleminde, bedenleri de yattıkları yerde istirahat eder.”

“Sonra, İlâhî bir işâretle, bütün rûhları, tekrar ten tuzaklarına getirir, onları iyi ve âdil insan olmaya dâvet eder.”

“Vaktaki seherin nûru görünür, felek akbabası altın kanatlarını çırpar, sabah olur, güneş doğar.”

ahilal.jpg (6380 bytes)

“Sabahın yaratıcısı olan Allah, İsrafil gibi bütün rûhları alır o ülkeden, rûhlar âleminden şu görünen âleme, sûret âlemine getirir.”

“Etrafa dağılmış, yayılmış olan rûhları ten ile, cesed ile bağlar. Böylece bedenleri,tekrar rûhlara hamile yapar, gebe bırakır.”

“Geceleri insanlar uykuya dalınca can atlarının beden eğerlerini soyar alır. “Uyku, ölümün kardeşidir.” hadisinin sırrı budur.” (57)

(57) Şârihlere göre,geceleri beden eğerinden kurtulan can atının sabah olunca tene geri gelmesini sağlayan uzun ip bir semboldür. Bu uzun ipin vazifesini tende kalan hayvânî rûh görür. Hz.Ali efendimizin; “Rûhlar, bir şua vasıtasıyla bedenlere bağlı kalırlar.” sözü, bu konuya ışık tutmaktadır.”

“Fakat sabahleyin tekrar gelmeleri ve tenle ilgilenmeleri için rûhların ayağına uzun bir ip bağlar.”

“Bağlar ki gündüz olunca o mânâ âlemi çayırlığından geri gelsinler, tekrar kulluk yükü altına girsinler.” (S.54)

“Kim, şu madde dünyasına daha çok düşkünse ve dünya işlerinde daha çok uyanıksa, o, aslında ötelerden habersiz derin uykulara dalmıştır. Mânevî âleme gözleri kapalı olan böyle bir kişinin normal uykusu, daha az kötülük yapacağı için, uyanıklıktan hayırlıdır.”

“Eğer, rûhumuz, Allah’a karşı Allah ile uyanık değilse, Allah’tan gafilse, akılla hisle uyanık oluşumuz, Hakk yolunda bize engel olur, perde olur, bizi ilâhî te’sirden uzak bırakır.”

“Yaşayışımız icabı her gün, bir çok kuruntularla, hayallerle örselenmekte, kârımızı zararımızı düşünmekte, eldeki malımızın yok olmasından korkmaktayız.”

“Asıl, uyuyan o gâfildir ki, gönlüne gelen şehevânî duyguları, nefsânî vesveseleri canlandırır, onlarla beraber yaşar. Kapıldığı hayalleri hoşuna gider, onu ümide düşürür, âdetâ onlarla konuşur.” (S.55)

asohbet.jpg (26813 bytes)

Sohbet Eden Dervişan

“Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden, bu âlemden ölmüş, kendini tamamiyle Hakk’a teslim etmiş olan kâmil insanın eteğini tut ki, âhir zamanın, şu bozulmuş dünyanın fitnelerinden kurtulasın.”

“Allah, senin gözüne, kendi görüş nûrunu verirse, gözünde bu âlem gibi yüzlerce âlem peydahlanır.” (S.56)

“Her ne kadar bu dünya, senin nazarında çok büyük ve nihayetsizise de, bilmiş ol ki, ilâhî kudret karşısında o bir zerre bile değildir.”

“Gerçekten de bu cihan, sizin canlarınızın hapishanesidir. Siz, asıl kendi yurdunuzun bulunduğu tarafa doğru gidiniz.”

“Rûh, seni çok yukarlara, göklerin ötelerine götürürken sen, su ve balçık tarafına yönelerek, esfel-i sâfilin, aşağıların aşağısına düşmüşsün.”

“Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşsün. Onlara dâir bilgiler elde ediyor, mesafeler ölçüyor, yeni yeni yıldızlar keşf ediyorsun da, kendini keşf edemiyorsun. Meleklerin secde ettikleri Âdem’i tanımıyorsun.” (S.57)

“Sen bu beytin tefsirini Kur’ân-ı Kerîm’den oku. Cenâb-ı Hakk, Hz.Peygamber’e; “Attığın zaman sen atmadın!” diye buyurdu.”

“Gerçi görünüşte ok atan biziz, fakat gerçekte, ok atış bizden değildir. Aslında biz yayız, yayı çekip oku atan Allah’tır.”

“Yanlış anlaşılmasın... Bu söylenilen sözler cebir değildir. Allah’ın Cebbâr isminin tecellîsidir. Cebbâr isminin anılması da Hakk’a yalvarmak, yakarmak ve niyâz içindir.” (S.58)

“Ledün ilminden , o yüce ilimden süt emmesinler, nasib almasınlar diye yalnız zâhire itibar eden duygu ehlinin bilgileri kendilerine ağız bağı olmuştur.”

“Allah’ın bizim nazarımızdan gizli tuttuğu, nice çirkin, güzel mahlûkâtı vardır ki onlar her an gönül kapısını çalar dururlar.” (68) (S.59)

“(68) Şehvet duyguları, şeytânî vesveseler, nefsânî hatıralar, kin, nefret, kıskançlık zaman zaman gönül kapısını çalarlar. İçeri girmek isterler. Bazen de, ilâhî ilhamlar, rahmanî duygular, bizi mânen uyandırmak için gönül kapımıza gelirler. İbn-i Mes’ud (r.a.)’den şu anlamda bir hadîs rivâyet edilmiştir: “Gerek şeytan ve gerekse melek tarafından insana bir fikir, bir ilham gelir. Bu sebeple kendi gönlümüzde, hayra dâir bir teşvik bulursak, bunun melekten geldiğini bilmeli ‘Elhamdülillah’ demeli, şerre dâir bir fikir bir duygu gelirse, bu duygunun şeytandan geldiğini anlayarak ‘Eûzü’ çekmeli ve şeytanın şerrrinden Allah’a sığınmalıyız.” (S.59-60)

“İçimize doğan, bizi rahatsız eden şeytânî düşünceler, hayâller, vesveseler kalbimize batan, görünmez dikenlerdir. Bu dikenler, bir kişiden değil, binlerce kişiden gelip kalbimize batmaktadır.” (S.60)

“Nar alacak isen, gülen, çatlamış nar al ki, o gülüş, sana içindeki dânelerden haber versin.”

“Ârifin gülüşü, ne mübârek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi ağızdan gönlü gösterir.”

“Mukallidin, sahte şeyhin gülüşü, lâlenin gülüşü gibi uğursuzdur. Ağzını açınca, içinin siyâhlığı görünür.”

“Gülen nar, bağı, bahçeyi de güldürür. Âriflerin sohbeti, seni de ârifler arasına katar.”

“Gönül seni gönül ehlinin, âriflerin mahallesine doğru çeker, ten ise seni su ve çamur hapsine koymak ister.”

“Aklını başına al da, bir gönül arkadaşının sohbeti ile gönlüne gıda ver. Git, ikbali, mânevî gücü, bir ermişten, bir ikbâl sahibinden iste.”

“Eğer insan, şekli ile sûreti ile insan olsaydı; Hz. Ahmed (s.a.v.) Efendimiz ile Ebû Cehil bir olurdu, aralarında fark olmazdı.” (S.61)

“Ben de senden doğmayı ölüm sanmıştım, senden ayrılacağım diye pek çok korkmuştum.”

“Fakat doğunca, pis, daracık bir zindandan kurtuldum. Günün ışığına çıktım. Havası hoş, rengi güzel bir dünyaya geldim.” (S.62-63)

“Allah, birisinin perdesini yırtmak, ayıbını örtmek isterse, onun gönlüne, temiz kişileri kınama isteği verir.”

“Allah, bir kimsenin de ayıbını örtmek isterse, o kişi nefs yüzünden kirlenmiş, günahlara, ayıblara bulanmış insanların bile ayıblarını görmez, söylemez olur.”

“Allah bize yardım etmek dilerse, gönlümüze yalvarma, ağlayıp inleme isteği verir.”

adua.jpg (1417 bytes)

“Allah aşkıyla ağlayan göz, ne mutlu gözdür. Allah aşkı ile tutuşup yanan gönül ne mübârek bir gönüldür.” (S.64)

“Her şeyin aslı sayılan, dört unsur (hava, toprak, ateş, su) bunlar birer emir kuludur. Bunlar bana karşı, sana karşı ölüdür. Fakat Hakk’la diridirler. (79)”

“(79) İsrâ Sûresi’nin 44. âyetinde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok âyetlerde, göklerde ve yerlerde bulunan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği bildirilmektedir. Tesbih için bütün varlıkların diri olması gerekir. Bu günün müsbet ilmi de her maddenin atomunun bir çekirdek etrafında hızla döndüğünü ortaya koymuştur. Canlı olmayan nasıl dönebilir? Mevlevî evradında bulunan şu cümleleri dikkatle okursak bu beyitlerin ifade buyurduğu hakîkat daha iyi anlaşılır: “Allah’ım, gecenin karanlığı, gündüzün aydınlığı, güneşin ışıkları, ayın nûru, suların şırıltıları, ağaçların hışırtısı, gökteki yıldızlar, yeryüzünde topraklar, dağların kayaları, çöllerdeki kumlar, denizlerin dalgaları, denizlerde ve karalarda yaşayan bütün hayvanlar, bütün varlıklar hepsi hepsi seni tesbih etmektedirler.” (S.65)

“Böylece ecel rüzgârı da, âriflere, Yusuf (a.s.)’ın gömleğinin kokusu yahut gül bahçesinden gelen rüzgâr gibi yumuşak, güzel eser.”

“Senin Hakk’ı tesbih edişin, aslında sudan ve topraktan yaratılmış vücudunun bir buharı, bir nefesidir. Ancak, bu nefes gönülden gelince, cennet kuşu gibi kanatlanır, yükselir.”

“Tûr Dağı, Musa (a.s.)’ın nûrundan aşka geldi, oynamaya başladı, olgun bir sûfî oldu, hatadan, noksandan kurtuldu.”

“Dağın aziz bir sûfî olup oynaması şaşılacak bir şey değildir. Mûsâ’nın teni de aslında Tur Dağı gibi toprak değil mi idi?”

“(83) Şeybân-ı Râ’î, İmam Şâfiî ile çağdaşbir veli. Mısır’da yaşamış. Çobanlık yaparmış. İmam Şâfiî bu çoban velinin huzurunda diz çökerek bir talebe gibi oturur, ona sualler sorarmış. Bu duruma hayret edenlere Şâfiî hazretleri; “Ben kitap ilmini biliyorum, O Allah ilmini biliyor.” Dermiş.” (S.67)

“Arslan; “Evet”. Dedi. “Tevekkül doğrudur. Fakat, bir de peygamberlerin ve müminlerin çalışmalarına bak .”

“O mübârek insanlar, türlü cefâlar, mihnetler çektilerse de yılmadılar, Allah, onların uğraşmalarını, didinmelerini boşa çıkarmadı.”

“Onların tedbir ve çare aramaları, her zaman hoş ve latîf oldu; zâten güzelden ne gelirse güzeldir.” (S.69)

“Ey mânâ yolunun isteklisi, ey Hakk âşıkı, gücün yettikçe peygamberlerle, velilerin yolunda bulunmaya çalış.” (S.70)

“Hz. Peygamber efendimiz; ‘Ey tedbir sahibi kişi, bir kere de güvendiğin bir kimseye danış.’ diye buyurdu.”

“Şu üç şey hakkında dudağını az kımıldat: Fikrini, kanaatını, paranı, bir de mezhebini kimseye söyleme.”

“Çünkü bu üç şeyin düşmanı çoktur. Düşman bunları bilince sana pusu kurar.”

“Bir sırrı, bir iki kişiye söyledin mi, artık o sırra veda et. İki kişiyi aşan bütün sırlar, yayılır, gider.” (S. 71)

“Halbuki gönül dili, mahremlik dili, karşılıklı içten anlaşma dili, bambaşka bir dildir. Hiçbir dile benzemez. Gönül birliği, dil birliğinden daha üstündür.” (S.78)

“Allah’ın hükmüne ve takdirine karşı ölü gibi olmak gerek ki, sabahın Rabbi olan Allah’tan bir kahır yarası almıyasın” (S.80)

“Ey işin aslını arayan kişi, şu hakîkatı iyi bil ki, kimde aşk derdi varsa, kimin gözü yaşlı, gönlü yaralı ise o, ilâhî sırlardan koku alır.”

“Kim daha uyanıksa, o daha çok dertlidir. Kim hakîkati daha iyi anlamışsa, onun beti benzi daha çok sararmıştır.” (S.84)

“İnsan oğlunun babası olan Hz. Âdem; “Adları öğretti.” Âyetinin emîridir. Onun her damarında yüzbinlerce ilim vardır.” (104)

“(104) Bakara Sûresi’nin 31. âyetine işâret ediliyor.”

“Ezelde her şeye ne ad verilmişse, Hz. Âdem, onu kendi adı ile bilmiş, hem de o şeyler, sonuna kadar, ne hale gelecekse hepsi ona bildirilmişti.” (S.86)

“Bize göre her şeyin adı, görünüşüne uygundur. Nasıl görünüyorsa, biz ona öyle deriz. Fakat Allah’a göre adlar, onun iç yüzüne, sırrına, hakîkatine tabîdir.”

“Hz. Mûsâ’ya göre elindeki sopanın adı âsâ, Allah’ın nazarında ise ejderhâ idi.”

“Hz. Ömer’in adı, önceleri putperestti. Fakat Elest Âlemi’nde ismi mümindi.”

“Hâsılı ind-i ilâhîde sonumuz ne olacaksa, hakîkatte Allah’ın bize verdiği ad ve sıfat odur.”

“Cenâb-ı Hakk, insana âkibetine, sonuna göre bir ad koyar, onun koyduğu ad, halkın koyduğu muvakkat ad, eğreti ad değildir.”

“Âdem (a.s.)’ın gözü pâk olan basiret nûru ile bakınca, isimlerin rûhu, sırrı, iç yüzü ona belirdi.” (S.87)

“Aradığımız sevgilimiz, canımız, apaçık ortadadır. Ve bize çok yakındır. Bu yüzden onu göremiyoruz, bu yüzden o kaybolup gitmiştir. İnsan da içi su ile dolu, fakat ağzı kuru bir küpe benzer.”

“Aslında, senin kendi gözündeki nûr da, gönlünün nûrunun aksidir. Çünkü, göz nûru, gönüllerin nûrundan meydana gelir.”

“Gönül nûrunun nûru, Allah’ın nûrudur. Allah’ın nûru ise, akıl nûrundan, duygu nûrundan pâktır, tamamıyla ayrıdır.” (S.89)

“Cenâb-ı Hakk, eziyeti, gamı; gönül hoşluğu nedir anlaşılsın diye gönül hoşluğuna zıt olarak yarattı.”

“Gizli şeyler, hep zıtları ile meydana çıkıyor, görülüyor. Cenâb-ı Hakk’ın zıttı olmadığından, o dâimâ görünmeyecek, gizli kalacaktır.”

“Hiç şüphesiz, bizim gözlerimiz O’nu idrâk edemez, kavrayamaz. Fakat O, bizi görüp idrâk eder. Sen bunun sırrını Hz. Mûsâ ile Tûr Dağı vakasından anla. (111)”

“ (111) A’râf Sûresi’nin 143. âyeti ile En’am Sûresi’nin şu meâlde olan 103. âyetine işâret var: “Allah’ı gözler idrâk edemez. O ise gözleri idrâk ve ihâta eder. Allah latîfdir, habîrdir.” (S.90)

“Şu halde, sen her lahzada, bir göz açıp kapamada ölüyor, tekrar diriliyorsun. Hz. Mustafa (s.a.v.) Efendimiz; “Dünya bir andan ibâretttir.” diye buyurdu.”

“Cümle âlem, her an yok olur gider. Sonra tekrar, varlık âlemine dönüp beka şeklinde görünür. Âlemin varlığı, dâima gidip gelmededir. Tek nefes bile bu soyunup giyinmeden hâli değildir.”

“Her nefeste, dünya ve dünyada bulunan her şey yenilenir. Âdetâ, her an ölür ve dirilir. Fakat biz, onu hiç değişiklik olmadan, duruyor görürüz de bu yenilenmeden haberimiz bile olmaz.”

“Bütün bunlara akıl ermez. Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllı olmak, her şeye akıl erdirmek, bu dünya için âfettir.” (S.91)

“Eğer mümin, Allah’ın nûru ile bakmamış olsaydı, bazı gizli halleri, ona nasıl olurdu da apaçık görünürdü?”

“Eğer sen, Allah nûru ile baksaydın, kötülük hususunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?” (S.95)

"Hakk yolunda yürüyen kişinin uyanık olması gerekir. Çünkü yol, görünüşte dümdüz ve güzeldir. Fakat altında tuzaklar vardır. Nitekim bu yolda bize kılavuz olacak bir çok tanınmış, parlak isimlerde mânâ kıtlığı, mânâ uymazlığı vardır. Bir çok kişiler, adlarının adamı değildir. Görünüşe kapılmamalıdır. Şunu iyi bilmeli ki:

“Sahte şeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okşayan, fakat rûhânî olmayan güzel sözleri, ömrümüzün suyunu emen kumdur.”

“Kum gibi ömür suyunu emen, bizi tüketen boş sözler olduğu gibi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da vardır. Bu kum pek az bulunur. Sen git de içinden irfan coşan, ilâhî sırları meydana vuran kumu ara.” (S.96)

“Evlâdım, işte yukarıda anlatılan o kum Allah adamıdır. Allah adamı, kendi benliğinden kopmuş, kendinden ayrı düşmüş, Hakk’a ulaşmıştır.”

“Hikmeti, hakîm olan, ârif olan üstün bir varlıktan iste ki onun feyzi ile sen de gerçeği gören bir kişi olasın.”

“Zamanı gelince, hikmet arayan kişi hikmet kaynağı olur da, artık o, çalışmaktan, sebeplere baş vurmaktan kurtulur.” (S.97)

“Artık, dışta bulunan düşmanla, savaşmaktan dönünce, içteki düşmanla savaşmaya; nefsimi yenmeğe yöneldim.”

“En küçük bir savaştan döndük ama, peygamberle beraber en büyük savaştayız.”

“Şu nefsin Kaf dağını, iğne ile yerinden kaldırabilmek için Hakk’tan güç, kuvvet dilerim, başarı niyâz ederim.”

“Her yaprak, her meyve, kendi tomurcuğunun dili ile ayrı ayrı Allah’a şükreder:

“İhsan, iyilik sahibi Allah, bizim kökümüzü besledi, ağaç da o kökten kuvvet alıp kalınlaştı. Doğrulup yükseldi.” (S.99)

“Su ve toprak içinde mahpus bulunan, yâni balçığa saplanmış kalmış olan canlarımız da balçıktan kurtulunca neşeli bir halde,

“Hakk’ın aşk ve muhabbet havası içinde, neşeli neşeli oynarlar, ayın ondördü gibi noksansız ve tastamam bir hale gelirler.”

“Onların tenleri oynayıp durur, canlarının nasıl olduklarını sorma. Hele cismaniyeti kalmamış, tümden can kesilmiş olanların halinden hiç sorma, onları anlatmaya imkân yoktur.” (S.100)

"Kim Allah’tan korkar ve takva yolunu tutarsa, onu gören cin de, insan da ondan korkar.” (S.101)

“Sonra ona, ince, derin mânâlı sözler söyledi. Nerede olursak olalım, hep bizimle beraber bulunan ve bizim en yakın, en iyi dostumuz olan Allah’ın pak sıfatlarından bahsetmeğe başladı.”

“Elçi, makam ve hali öğrensin diye, ona, Cenâb-ı Hakk’ın Ebdallar hakkındaki iltifat ve ihsanlarını anlattı.”

“Sofilerden hal sahibi olanlar çoktur. Fakat onlar arasında makam sahibi olanlar pek azdır.

“Hz. Ömer elçiye, can menzillerinden haber verdi ve rûhun yolculuklarından bahsetti.”

“Zamanın da ötesinde bulunan zamandan, ululuklarla dopdolu kutluluk makamından ,

“ Can Zümrüd-i Ankasının, şu dünyaya gelmeden önceki hudutsuz uçuşlarından söz açtı.”

“Hz. Ömer dışı yabancı gibi görünen o elçiyi, mânen uyanık ve dost buldu. Onun rûhunun ilâhî sırlara tâlib olduğunu anladı.” (S.102)

“Topraktan yarattığı bedene bir âyet okudu, beden canlandı, can kesildi. Güneşe bir şey dedi, güneş parıl parıl parladı, nûr saçıcı oldu.”

“Eğer sen, can aklının, şüpheye, tereddüde düşmemesini istiyor isen gaflet pamuğunu can kulağına tıkama.”

“Can kulağına, gaflet pamuğu tıkama da, Allah’ın muammâlarını anla; gizli açık, söylediği sözleri idrâk et.” (S.103)

“Can kulağı ile duymak, can gözü ile görmek; bu bizim bildiğimiz işitmek ve görmek duygularından bambaşkadır. Akıl kulağı da his kulağı da bu vahiy ve ilhâmın idrakindan âcizdir, yaya kalmıştır.” (S.104)

“Ekmek sofrada bulundukça cansızdır. Fakat insanın bedenine girince enerji olur, neşeli rûh olur.”

“Sofranın ortasında, kımıldamadan duran ekmeğin can kesilmesine imkân yoktur. Fakat boğazımızdan aşağı gidince hayvânî rûh, onu, selsebil suyu ile yoğurur, onu canlandırır, can haline kor.”

“Ey doğru okuyup, doğru anlayan kişi, ekmeği canlandıran, onu kudret enerjisi haline koyan hayvânî rûhun kuvvetidir; ya canlar canının kuvveti nedir? Nasıl olur, neler yapar? Bir de onu düşün.”

“Eğer “gönül” sır dağarcığının ağzını bir açarsa, can, arşa doğru koşup gitmeye başlar.”

“Eğer, gizli sır, söylenebilseydi, o sırra tahammül edemezdi de bu cihan yanardı.”

“Rum elçisi, Hz. Ömer’den bu sözleri işitince, mânevî bir neşe duydu, gönlü nûrlandı.” (S.105)

“Sözün bir fâidesi yoksa söyleme, eğer varsa, dil uzatmayı bırak da şükretmeğe bak.”

“Allah’a şükretmek, her boynun borcudur. Onunla, bununla kavga etmek, yüzünü ekşitmek kimseye borç değildir.” (S.106)

“Bilgisizlik, yani Allah’ın bizimle beraber olduğunu bilmemek, onun zindanıdır. Bu hali,bu ihsanı bilmek, hissetmek de O’nun bağı bahçesi, köşkü, sarayıdır.” (S.109)

Mevlanamin.jpg (14427 bytes)

“Bu karma karışık olan dünyada biz kim oluyoruz? Biz birer gölge varlık, birer hiçten ibaretiz. Hiç bir harfle birleşmeyen, hiçbir nokta almayan elif gibiyiz. Bizden zûhur eden her hareket, her hal, O’nun esmâ ve ilâhî sıfatlarının tecellîsidir.”

“Hûlus ile, canla, başla, Kur’ân-ı Kerîm okur, ona sığınırsan, peygamberlerin rûhları ile âşinâlık peyda edersin.”

“Kur’ân okuduğun halde, onun emirlerine uymazsan,Kur’ân’ın ahlâkını yaşamaz isen, sana peygamberleri ve velîleri görmenin ne faydası olur?”

“Peygamberlerin Kur’ân’da bulunan kıssalarını okur, Kur’ân’ın emirlerini yaşarsan, can kuşuna, ten kafesi dar gelmeğe başlar.” (S.110)

“Kafeslerinden kurtulan rûhlar, peygamberlerdir. Onlar Hakk ve hakîkate erdikleri için, insanlara yol göstermeğe lâyık olmuşlardır. Onların sesleri kafeslerin dışından gelir, dinden duyulur.”

“Biz, bu daracık kafesten, diri olan bir velîye bağlanarak dirildik de kurtulduk. O kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi de yoktur.” (S.111)

“Nerede o zayıf ve günahsız kuş ki, onun gönlünde, ordusu ile beraber Süleyman bulunsun.”

“Her an ona Allah’tan yüzlerce mektup, yüzlerce haberci gelsin. Onun bir; “Ya Rabbi!” demesine karşılık, Hakk’tan altmış kerre; “Lebbeyk” (=buyur kulum) nidası ulaşsın.” (S.115)

“Her an da, ona özel bir miraç olsun. Başındaki velîlik tâcının üstüne, yüzlerce tâc konsun.”

“Her ne kadar onun maddî varlığı, cismi yeryüzünde ise de, rûhu mekânsızlık âleminde, hem de Hakk yolcularının vehimlerine bile gelmeyen bir mekânsızlık âleminde uçsun.” (S.116)

“Rûhlar, aslında, aynı yerden geldikleri için, Îsâ nefeslidirler. Bazen nefse uyarlar, yara olurlar. Bazen Hakk’a uyarlar, dertlere devâ, yaralara merhem kesilirler.”

“Rûhlar, nefsânî arzulardan kurtulsalardı, günah perdelerini yırtsalardı her rûhun sözü, Îsâ nefesi gibi diriltici olurdu.” (S.118)

“Âdem (a.s.) yeryüzüne ağlamak, feryâd etmek, inlemek, mahzûn olmak için geldi.”

“Eğer sen de Âdemoğlu isen, onun soyundan geldinse, onun gibi özür dile, onun yolunda ol.”

“İnsanın nûrunu, kemalini artıran lokma, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır.”

“Haram lokma ise, kandilimize konunca, kandili söndüren yağa benzer. Sen ona yağ değil su adını koy, çünkü ışığımızı söndürüyor.”

“Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmadan meydana gelir.”

“Bir lokmadan hased, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil.”

“Lokma tohumdur. Düşünceler onun mahsûlüdür. Lokma denizdir, incileri fikirlerdir.”

“Ağıza alınan helâl lokmadan, Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar.” (S.120)

“İnsan-ı kâmilin, kâinatın merkezi ve göz bebeği olduğu hakîkatinin tamamını söylemeyeceğim . Çünkü merkezin sahibi olan peygamberler, bunu men etmişlerdir.”

“O kâmil insan, her gece, yüz binlerce iyi kötü hatıraları gönüllerden sürüp çıkarır.” (S.121)

“Sanatlar da, huylar da uykudan uyanınca koşa koşa gelirler, sahiblerini bulurlar.”

“Haber götüren güvercinler gibi, beden şehirlerinden uçar giderler, ötelere mektuplar götürürler. Sonra dönerler, kendi şehirlerine gelirler.” (S.122)

“Ey teni uğruna canını yakan, ey nefsânî arzuları için canını veren kişi! Sen canı yaktın da, bedeni aydınlattın, neşeler verdin. Sen ebedî saâdeti, rûhanî zevki fânî olan ten zevkine fedâ ettin.” (S.123)

“Kimi âşık görürsen, bil ki o, ma’şûktur. Yani seven kişi aynı zamanda sevgilidir. Çünkü seven kişi, bir bakımdan âşık ise, bir bakımdan da ma’şûktur.”

“Bu dünyada, susamış kişilerin su aradıkları gibi, su da, dünyada susamışları arar.”

“Madem ki âşık odur, sen artık sus. Madem o sana gizli sır söylemek için kulağını kendine doğru çekerse, sen de kulaktan ibaret ol.”

“Ey dost, âşıkların hayatı ölmektedir. Gönül vermeyince, sen gönül bulamazsın.” (S.124)

“Her kulağın duymaması için, ledün sırlarına âit sözlerden yüzde birini söyleyeceğim.”

“Can namazının mihrabı, Vahdet-i Mutlak olan ve hakîkatlerin hakîkatini kalp gözü ile gören bir kişinin zâhiri ve taklidî iman tarafına gitmesi bir kusur sayılır.”

“Allah, kendisinden başkasına gönül verenleri, bilhassa dünya sevgisine kapılanları kıskanır. Kıskançlık O’nun şânındandır. Bu sebeple kıskançlıkların aslı Allah’tandır. Bütün insanların kıskançlığı Allah’ın kıskançlığının bir cüz’üdür.”

“Aynü’l-Kuzât-ı Hemadanî, Zübdetü’l-Hakayık adlı kitabında: “Eğer mezhebi bir kişiyi Hakk’a ulaştırırsa o kişi müslümandır. Eğer mezhebi onu Hakk’tan haberdar etmezse o yol, küfürden de beterdir” der. Ben beni Hakk’a götürmeyen mezhebi ateşe verir yakarım. Allah’ım, benim için mezheb Senin aşkındır. Ne zamana kadar aşkını gönlümde gizleyeceğim? Benim arzum ne dindir, ne de mezheb. Ben Senin yolunu, ben Seni istiyorum Allah’ım”der.” (S.125)

sema.jpg (33937 bytes) 

Desen : Ingrid  Schaar

“Ey rûh, biz ve ben kaydından kurtulmuş olan, ey erkekte de, kadında da söze sığmaz, gözle görülmez, latîf rûh!.”

“Erkek, kadın vahdette bir olunca, o bir olan sensin. Adetleri meydana getiren binler yok olunca, kalan bir yine sensin.” (S.126)

“Ey yarattıklarına bol ikramlarda bulunan Allah, doğudan yüz gösteren her sabah vakti, seni, durmaksızın akan bir nûr çeşmesi olan güneş gibi coşmuş, kâinâta ihsanlar, lûtuflar dağıtır bir halde bulur.” (S.127)

“Kim güzelliğini mezâda çıkarırsa, şöhret peşinde koşarsa, başına yüzlerce belâ gelir, yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.” (S.128)

“Allah’ın lûtfuna kaçmalı, ona sığınmalı, çünkü O, rûhlara binlerce lûtuflarda bulunmuştur.”

“Ten, kafes şeklindedir. Fakat, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların aldatışları yüzünden, bu ten, rûhu hırpalayan bir diken olur.” (164)

(164) Rûh, ezelde, rûh âleminde çok mutlu idi. Oradan ayrı düşüp yeryüzünde topraktan yaratılmış olan bedene haps edilince çok muztarip oldu. Güzelller güzeli sevgiliden ayrı düşmesi, sonra ten hapsine girmesi onu perişan etmiştir. Bu acılar yetmiyormuş gibi yeryüzünde mahpusluk hayatını sürdürürken, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların söyledikleri bazı sözler, hevayî meşreb ve cismânî zevklere düşkün olan teni şımartmıştır. Ve ten, benliğe kapılarak rûhu hırpalamaktadır.” (S.129)

“Seni öven, göklere çıkaran kişi, halk arasında kusurlarını söylerse, seni kınarsa, o kınayışın ateşinden gönlün günlerce kanar.”

“Gerçi o, sende umduğunu elde edemediği için aleyhinde bulunur. Sen bunu bildiğin halde...”

“Nefis çok övülme yüzünden firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; hor, hakîr ol; ululuk taslama.” (S.130)

“Aman ya Rabbî! Her an yokluk âleminden, varlık âlemine katar katar yüzbinlerce kervanlar gelir durur.” (S.132)

“Başını koydu yattı, uykuya daldı, bir rüyâ gördü: Rüyâsında Hakk tarafından bir ses geldi. Bu sei, rûhu işitti.”

“O ses, dünyada duyulan her güzel sesin, her nağmenin aslıdır, ses ancak odur. Başka seslerin hepsi de, o mübârek sesin yankısıdır.”

“Türk de, Kürt de, Farsça söyleyen de, Arapça söyleyen de o sesi, kulaksız ve dudaksız, duymuş, anlamıştır”

“Türk, Tâcik, Zenci şöyle dursun, o sesi, ağaçlar, taşlar bile anlamıştır.” (S.135)

“Her an, Allah’tan; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sesi gelip duruyor, varlıkların asılları olan “cevherler” ve teferruatı sayılan “a’raz”da bu sese evet diyorlar ve bu sesten var oluyorlar.”

“Her ne kadar, cevherlerden ve a’razdan gelen “evet” cevabı duyulmuyorsa da, onların yokluktan varlık âlemine gelmeleri hali “evet” demektir.” (S.136)

“Ancak, ermişlerin, azizlerin göğüslerinden taşan mübârek seslerdir ki, İsrâfil’in suru gibi dirilticidir, ebedîdir.”

“Onların gönülleri öyle bir gönüldür ki, gönüller, onların yüzünden mest olmuştur. Onların yoklukları öyle bir yokluktur ki, bizim varlıklarımız, onların yokluğundan var olmuştur.” (165)

(165) Velîler, gölge varlıklarından kurtuldukları ve yokluk mertebesine erdikleri için, tam mânâsıyla Hakk’ın tecellîsine mazhar olmuşlardır. Bizler de kendi mânevî varlıklarımızı onların nûru ile, onların lûtuf ve ihsanıyla idrâk edebilmekteyiz. Bu ermişlerin yokluğu sayesindedir ki, mânevî varlığımızın zevkini ve mânâsını tanımış olduk. Bir bakıma da velîler yoklukta var olmuşlardır.”

“Onların gönülleri her düşünceyi, her sesi kendine çeker; ilhamın, vahyin ve sırrın lezzeti de onlardır.”

“Eğer velîlerin gönül nağmelerinden birazcık söylersem, çürümüş bedenlerdeki

canlar, mezarlarından baş kaldırırlar.” (S.140)

“Allah’ın sesi, ister perde ardından gelsin, ister perdesiz gelsin... Kâmil insanın gönlüne, Hz. Meryem’in yakasından üflemek sûretiyle verilmiş feyzi ihsan eder. (167)

(167) Şûra Sûresi’nin şu meâldeki 51. âyetine işâret edilmektedir: “Allah, bir insanla karşılıklı konuşmaz. Ancak vahiy ile kulunun gönlüne dilediği düşünceyi doğurarak, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder.” Yine bu beyitte Meryem Sûresi’nin 16-21. âyetlerine işâret vardır.”

“Cenâb-ı Hakk, Hz.Âdem’e, kendi esmâ ve sıfatını bizzat gösterdi ve bildirdi. Başkalarına ise, o esmâyı Âdem vasıtasıyla açığa vurdu.” (S.141)

“Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz; “Benim yüzümü görenler, beni görmüş olanları görenler ne mutlu kişilerdir.” diye buyurmuştur.”

“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Hakk’ın esintileri, güzel, temiz kokuları, mânevî lûtufları, ihsanları, feyizleri, bu günlerde olduğu gibi, dünya durdukça vakit vakit eser durur.”

“Bu vakitlere kulak verin; aklınız, fikriniz onlarda olsun da o güzel kokuları duyun; o lûtufları, feyizleri kaçırmayın.” (S.142)

“İnsanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmiyene, ayıplar olsun. Gayb âleminden gelen temiz rûh, aynı yerden gelen kardeşlerde, nasıl olur da ayıp görür?”

“Bu hale gelmiş velîlere düşman olanların canları ise, tamamen şekilden, cisimden ibârettir. O tavla oyunundan kırık pul gibi sadece bir addan başka bir şey değildir.” (S.144)

“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Ey ashabım, ey benim dostlarım, sakın ilkbahar serinliğinden ürkerek, bedenlerinizi örtmeyin...”

“Çünkü, ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı te’siri bedenlerinize de, canlarınıza da yapar.”

“Fakat sonbahar soğuğundan kaçının, çünkü, sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar.”

“Bu hadisi rivâyet edenler, mânâsını zâhire, görünüşe göre vermişler; bunu da yeter bulmuşlardır.”

“Bu kişilerin, candan, hadisin rûhundan haberleri yoktur. Onlar hadisin dışında kalmışlar, içine girememişlerdir. Onlar, dağı görmüşler de, dağdaki ma’deni görememişlerdir.” (S.148)

“Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; velîlerin sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınma; onlara kulak ver; o sözler, dinine destek olur.” (S.149)

“Allah’ı inkâr edenler derler ki: “Bu hal, yâni ağaçların yapraklarının dökülmesi, sonra tekrar yapraklanması, eskiden beri olagelen tabiî bir haldir. Bunu, ne diye kerem sahibi Allah yarattı diyelim?”

“Onlar, rûhlarını uyandıracak hakîkatleri dinlememek için, kendilerini işe güce vermiş meşgul bir halde gösterirler, evliyânın yüzlerindeki nûra sırt çevirirler, şimşek parıltısına karşı gözlerini yumarlar.” (S.150)

“Allah insana aklı, fikri, kıyas, delil asasını, hakkı, hakîkati bulsun diye verdi. İnsan, onu başka türlü kullanmaya başladı. Öfkeye kapıldı da, o asayı kendisine verene vurdu.”

“Sana delil ve kıyas asasını veren Hakk’ın hidâyet eteğine sarıl; tam teslimiyetle Ona itaat ve kullukta bulun; baksana Hz. Âdem istidlâli kendisine asa yaptığı için isyana düştü. Başına neler geldi.”

“Bu manevî hakîkatlerin lezzeti, akla aykırı olmasaydı, bunca mu’cizeye ihtiyaç olur mu idi?”

“Akıl, akla uygun olan her şeyi sağa sola çekmeden, mu’cizeye ihtiyac duymadan kabul eder.” (S.153)

“Hakk’ın emrini, Hakk’a ulaşmış bir kâmilden sor, öğren; çünkü her gönül, Hakk’ın emrini anlamaz ki.” (S.155)

Bir bedevî ile karısının hikâyesi

“Böylece, sivrisinekten tut da file kadar, bütün mahlûkat, Allah’ın âilesi sayılır. Allah da ne güzel bir âile reisidir!”

“Gönüllerimizde bulunan ve bizi rahatsız eden gamlar, kederler, ümitsizlikler, hep bizim varlığımızın tama’ tozundan, hırs dumanından meydana gelir.” (S.157)

“Bu bizi kökümüzden söküp atan gamlar, ümitsizlikler ömrümüzün orağıdır. Bu böyle oldu, şu şöyle oldu demeler, böyle düşünmeler, şeytanın gönlümüze düşürdüğü vesveseler, kuruntulardır.”

“Sen, bizim eşimizsin; eş olan kişinin, eşinin huyu ile huylanması gerek ki işler, yolunda gitsin.”

“Eşlerin birbirine benzemesi gerek, ayakkabı ve mest gibi çift olan şeylere bak da bunu anla.”

“Ayakkabının bir teki, ayağa dar gelince, öbürü de senin işine yaramaz.”

“Bir kapının iki kanadından birinin büyük, öbürünün küçük olduğunu gördün mü? Ormandaki arslana, bir kurdun eş olduğu görülmüş müdür?” (S.158)

“Adam karısına; “Hanım!” dedi. “Sen kadın mısın? Yoksa hüzün ve keder kumkuması mı? Ben, yoksullukla övünürüm. Yoksulluk, benim başımın tâcıdır, onu başıma kakma...”

“Yoksulluk, dervişlerin yoksulluğu senin anlıyacağın yoksulluk değildir. Bu sebeple yoksulluğa hor bakma.”

“Çünkü yoksulların mülkün, malın ötesinde, Celâl sâhibi olan Hak’tan, başka türlü, pek büyük mânevî rızıkları vardır.” (S. 160)

“Allah, miski, boş yere güzel kokulu bir hale getirmedi. O güzel kokuyu, burnu koku alamayan için yaratmadı.”

“Allah yeri, göğü yarattı ve aralarında bir çok nûr ve nar uyandırdı.”

“Allah, şu yeri, yerdekiler, toprağa mensup olanlar için; göğü de, göktekilere, göklere mensup olanlar için yaratmıştır.”

“Bu yüzdendir ki, süflî olan aşağılık kişi ulvîliğin, yüceliğin düşmanı, olur. Her mekânın, her yerin isteklisi, davranışları ile kendini belli eder.” (S.161)

“Güzel yüzü ile, edası ile erkeği kendine esir eden kadın, bir de tutar, kulluğa yönelirse, sevgisini açığa vurursa, seven ne hale gelir?

“Güzelliğinin ihtişamı ile seni heyecana düşüren, kibirden, yüreğini, tir tir titreten o güzel, senin karşında ağlamaya başlarsa ne hale girersin?”

“ “İnsanlar için süslenmiştir.” Âyeti gereğince, Allah’ın süslediği, güzel yarattığı kadından nasıl kaçılır?” (181)

(181) Âl-i İmran Sûresi’nin şu meâlde başlayan 14. âyetine işâret vardır: “Kadınlar, insanlar için süslendi, onlara güzel gösterildi.”

“Allah, kadını erkek onunla huzura kavuşsun, rahatlasın, ona eş olsun diye yarattı, Hz. Âdem nasıl olur da Hz. Havva’dan ayrılabilir?”

“Erkek, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem olsa, kahramanlıkta Hz. Hamza’yı bile geçse, kendi kadınının esiridir.”

“Mübârek sözleri ile cümle âlemi mest eden Hz. Muhammed bile, Hz. Âişe’ye “Ey penbe beyaz kadın, ey Humeyra, bana birşeyler söyle de beni rahatlat.” diye buyururdu.”

“Hz. Peygember (s.a.v.) buyurdu ki: “Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur.

“Cahil kişiler de kadına galip gelirler. Çünkü onlar, pek sert, pek kaba kişilerdir.”

“Cahil ve kaba erkeklerde, incelik, lûtuf, sevgi azdır. Çünkü onların yaratılışlarında hayvanlık sıfatı üstündür.”

“Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet ise hayvanlık huyudur, hayvanlık sıfatıdır.” (S.164)

“Şanı ve kudreti pek yüce olan Allah, gizli bir hazine idi. Güzelliğinden, büyüklüğünden, hadsiz hesapsız dolgunluğundan ötürü gayb perdesini yırttı. Ve kara topraktan ibâret olan şu dünyayı sayısız varlıklarla, güzelliklerle, hesapsız nimetlerle doldurdu da göklerden daha parlak bir hale getirdi.”

“Gerçekten de Allah gizli bir hazine iken bilinmek istedi. Güzelliklerle dopdolu olduğundan coşup taştı ve toprağı atlaslar giyinmiş bir sultan gibi süsledi, donattı.” (S.170)

“Ey yeri, yurdu tuzlu su çeşmesinin başı olan kişi, sen Ceyhun’u, Şatt’ı Fırat’ı ne bilirsin? Ey bu fânî dünyadan ve onun zevklerinden kurtulamayan zavallı, sen yokluğu mânâ sarhoşluğunu, rûh neşesini ne bilirsin?” (S.173)

“Hakk’ın has kullarından baş çeker, uzaklaşırsan , bil ki, onlar senin varlığından bıkmışlardır, usanmışlardır.”

“(188) Zümer Sûresi’nin şu meâldeki 53. âyetine işâret edilmektedir: “Habibim, de ki: “Ey bir çok günahlar işleyerek nefislerini harcayan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin, Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (S. 176)

“Allah’ın velîleri, aklın da aklıdır. Bütün akılları ise develer gibi, başlangıcından katarın sonuna kadar hep onların kontrolü altındadır.”

“Onlara ibret gözü ile bak da anla ki, yüzbinlerce cana bir velî kılavuzluk etmektedir.”

“Mürşide, yol göstericiye karşı içinde bir şüphe ve tereddüt uyandı ise, doğru bir yol seçebilmek endişesi ile bu tereddüt ve şüphe, sana Allah’ın rahmeti, lûtfu ve ihsanıdır.” (S. 177)

“Sâlih’in devesi, sâlih kişilerin, temiz insanların bedenlerine benzer. Sâlih kişiler kötülerin, azgınların halâki için birer tuzaktır.”

“Hz.Sâlih’in, “Deveye dokunmayınız, su içmesine engel olmayınız.” Demesini dinlememeleri, Semud kavmini ne dertlere uğrattı. Nasıl helâk etti.”

“Hakk’ın kahrının memuru, bir devenin kan pahası olarak, onlardan bütün bir şehir istedi.”

“Sâlih’in rûhu incitilemez. Allah’ın nûru, kâfirlere mağlup olmaz.”

“Cenâb-ı Hakk, gizlice insanla, insan cismiyle ilgilendi, ona yakın oldu ki, kötü kişiler onu incitsinler de, Hakk’ın imtihanını görsünler.” (191) (S.178)

(191) Bu beyit üzerinde çok düşünmek gerek. Bazıları bu beyti; “Cenâb-ı Hakk, rûhu gizlice bedenle birleştirmiştir.” diye tercüme etmişlerdir. Halbuki beytin aslında “rûh” kelimesi yok, “Hakk” kelimesi var. Bundan sonra gelen beyit, bu beyiti tamamlamaktadır: “İnsanı inciten kişi, Hakk’ı incitmiş olur.” denmektedir.” (S.178-179)

“İnsanı inciten kişinin, Allah’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hakk ırmağının suyu ile birleşmiştir.” (S.179)

“O, yani sahte derviş, yemek içmek için Hakk’a âşıktır. Yoksa rûhu, Allah’ın mânevî güzelliğinin hüsn ü cemâlinin âşıkı değildir.”

“O kendisini Allah’ın zâtına âşık vehmetse bile, onun vehmi aslında esmâ ve sıfatın verdiği vehimdir.”

“Vehim vasıflardan, hadlerden doğar; Allah ise hiç kimseden doğmamış ve doğurmamıştır.” (S.180)

“Mânâ kapısını çalarsan sana açarlar. Düşünce kanadını çırpar, uçmaya çalışırsan, seni bir doğan haline getirirler.” (S.183)

“İmanlı bir kişi, bir yerde altın bir put bulsa, onu puta tapanlar alsın diye bırakır gider mi?”

“Onu alır, ateşe atar eritir, onun eğreti olan putluk şeklini değiştirir.”

“Böylece de altındaki put şekli kalmaz. Çünkü şekil, sûret mânâyı arayanlara engel olur ve yollarını vurur.”

“Eğer tamamiyle zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret. Çünkü sabır, rahatlığın, genişliğin anahtarıdır.”

“Düşüncelerden sakın. İnsanın gönlü ormana benzer; ormanda arslan gibi de, yaban eşeği gibi de düşünceler bulunur.” (S.184)

“Fakat baştan aşağa gül gibi ve süsen çiçeği gibi güzel ve hoş olan kişi için bahar, görür ve gösterir iki gözdür.”

“Mânâsız ve faydasız olan diken, gül bitirmediğinden, gül bahçesinde yan gelip oturmak için güz mevsimini ister.”

“Güz mevsimini ister ki, o mevsim, gülün güzelliğini örtsün, gizlesin de kendinin çirkinliğini, ayıbını kimseye göstermesin; böylece sen ne bu gülün rengini, güzelliğini görürsün, ne de dikenin çirkinliğini.” (S.186)

TARIKAT.jpg (15093 bytes)

“Yol bilen pîrin hallerini yaz. Bir pîr seç, onu mânâ yolunun tâ kendisi bil.”

“Pîr yaz mevsimi gibidir. Halk ise güz ayı. Halk gecedir, pîr ise nûrlar saçan ay.”

“Ey Hakk yolunun yolcusu, kendine pîr seç; çünkü bu yolculukta pîrsiz olursan, pek büyük âfetler, korkular, tehlikeler vardır.”

“Çok defa geçtiğin bu yolda bile kılavuzsuz gidersen şaşırır kalırsın.”

“Ya hiç görmediğin bir yolda ne olursun? Aklını başına al da, kılavuzsuz olarak yola düşme.” (S.187)

“Yâ Ali, Allah yolunda yapılan taatlar, ibâdetler içinden sen, Hakk’ın has kulu, bir kâmilin gölgesinde bulunmayı seç...”

“Şu dünyada, herkes bir çeşit ibâdete sarılmış, kendisine bir kurtuluş yolu aramıştır.”

“Sen git de, akıllı ve kâmil bir kişinin gölgesine sığın da, gizli gizli savaşan, sinsi bir düşman olan nefsin elinden kurtul.”

“Ey Hakk yolunun yolcusu, pîri bulunca, aklını başına al da, ona teslim ol; Mûsâ Peygamber gibi, Hızır’ın buyruğu altına gir.”

“İki yüzlülük etme, Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki, Hızır sana ; “Artık ayrılık zamanı geldi, git.” demesin.”

“Gemiyi delerse, delsin hiçbir söyleme, çocuğu öldürürse öldürsün sen bu işe üzülme, saçını başını yolma.”

“Allah, onun eline; “Kendi elim.” dedi. Allah’ın eli, onların ellerinden üstündür hükmünü verdi.” (205)

“ (205) Fetih Sûresi’nin 10. âyetine işâret var.” (S. 189)

“Bu yolu, mürşidsiz, yalnız aşan da var. Bu pek azdır. Ama bu da yine pîrin himmeti ile olur.

“Pîrin eli, gâiblere yetişmeyecek kadar kısa değildir. Elini tutmayanlara da elini uzatır, onun eli Allah’ın kudret eli sayılır.”

“Elinden tutmayanlara, huzurunda bulunmayanlara bile, böyle mânâ elbiseleri giydirirse, şüphe yok ki, huzurunda bulunanlar, bulunmayanlardan karlı çıkarlar.”

“Huzurunda bulunmayanlara bile yiyecekler verirse, konuklarının önüne ne nimetler koyarlar.”

“Pîri seçince, tahammülsüz olma, balçık gibi uyuşukluk gösterme.” (S.190)

“Varlıktan kurtulmuş olnlara, gökyüzü de secde eder. Güneş de, Ay da.”

“Kimin bedenindeki kâfir nefis öldü ise, güneş de onun buyruğuna girer, bulut da...”

“Gönlünde ilâhî aşk ateşini uyandıran ve çevresini aydınlatmayı öğrenen kişiyi artık güneş bile yakamaz.” (S.191)

“Rûh, şimdi bedenle yoldaş olmuştur. Rûhu, beden korumaktadır. Bir zaman için köpek de, kapı eşiğinde bekçilik etmiştir.”

“Sırların arslanı, emîri olan kişi, gönülden geçenleri bilir.”

 

“Ey düşüncelere dalmayı âdet edinen gönül, kendine gel de, ermiş bir kişinin yanında gönlüne kötü bir düşünce getirme.”

“O senin gönlünden geçenleri bilir, yine de konuşmasına devam eder. İçinden geçenleri anladığını gizlemek için senin yüzüne güler.” (S.193)

“Şu halde Allah’a şükürler olsun ki, bizi bizden önce gelip helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.”

“Getirdi de, Cenâb-ı Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçenlere ne cezalar verdiğini, duyduk öğrendik.” (S.195)

"O Hakk Peygamberi, o gerçek peygamber, bu yüzden hadisinde bize; “Ümmet-i merhûme.” (=Allah’ın merhametine, acımasına lâyık olmuş ümmet) diye buyurdu.”

“Allah’ın zâtından başka her şey fânîdir. Mademki O’nun zâtında yok olmamışsın , artık varlık arama.”

“Kim bizim zâtımızda, hakîkatimizda yok olursa, “yok olmak”tan kurtulur, beka bulur.”

“Çünkü o “illâ”dadır. “lâ”dan geçmiştir. Makamı “illâ”da olanlar ise yok olup gitmez, yâni Hakk’ta fânî olamaz” (S.196)

“Göklerde ve yerde bulunanlar, her şeyi O’ndan isterler. Çünkü tüm varlıklarını O’na borçludurlar. Cenâb-ı Hakk, her gün, her an yeni bir iştedir. “Kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Bir hali giderir, başka haller getirir.” Âyetini oku da, Allah’ı kesinlikle işsiz, güçsüz sanma.”

“Onun en hafif, en küçük işi, her gün bu dünyaya üç ordu yollamasıdır.”

“Bir orduyu, doğacak çocukların döllenmesi için babaların bellerinden anaların rahmine gönderir.”

“Bir ordu da, dünya erkek ve dişilerle dolsun diye, rahimlerden yer yüzüne gönderdiği çocuklar ordusudur.”

“Cenâb-ı Hakk bir orduyu da herkes yaptıklarının karşılığını görsün diye yer yüzünden, ötelere, ecel tarafına gönderir.”

“Her peygamberin, her velînin ayrı bir mesleği, ayrı bir meşrebi vardır. Ayrı bir yolu, yordamı vardır. Fakat hepsi de kendilerine gönül verenleri Hakk’a götürdükleri için, hepsi de bir yolda, hepsi de Hakk yolundadır.” (S.198)

“Dinleyicileri uyku bastıracak olursa, söz değirmenin taşlarını su götürür.”

“Bu suyun akışı, değirmen için değildir. Çünkü, suyun asıl yolu, değirmenin ötesindedir. Bu su, değirmene sizin için gitmektedir.”

turbe1.jpg (54009 bytes)

Mevlevi Asitanesi ve   Mevlana Celaleddin'in kabri üzerindeki Yeşil Kubbe, Konya-Türkiye

intro.jpg (1964 bytes)

Anasayfaya  Dönüş